Aşktan

 

 

Güneş, ayaklarından gövdesinin yarısına kadar deniz yeşiline bürünmüş tomruk rengi iskelenin yüzeyini parlatıyordu. İlkbaharın gelişiyle kasabada da ufak hareketlilikler başlamıştı. Kışın haftada iki gün açık olan restaurantta yaza hazırlık yapılıyordu. Onun yanında her yaz kapısında uzun kuyruklar olan dondurmacıyla tedarikçisi kapı önünde konuşuyorlardı. Bütün bunları iskelenin hemen karşısında bulunan hafif engebe üzerine yapılmış iki katlı apartmanımızın ikinci katındaki balkonundan görebiliyordum. Kasabalının deniz kenarında sabah yürüyüşleri başlamıştı. Havaların ısınmasıyla doğanın, insanların, hayatın uyanışını izlemek için balkonda oturuyordum. Ömrümün kırk ikinci yaşında sıradan bir salı sabahına uyanmıştım, en azından uyandığımda öyle olacağını düşünüyordum. Kahvemi ve kitabımı alıp balkona çıktım, yeni aldığım mavi çiçekli masa örtüsünün masanın üzerine uçan bir ucunu düzelttim ve kitabımı bıraktım. Sandalyemi denize doğru çevirip oturdum.

Her şey olağan akışında ilerliyordu. Hafif rüzgarla kıyıdaki taşlara vuran dalgaların sesi, küçük tekerlekli arabasında simit satan abinin yavaş adımları, bankta oturan yaşlı çiftin gazete okuması…

Kahvemden iki yudum almıştım. Ne uzun ne de kısa olarak tanımlayabileceğim bir boyda, hafif rüzgarla uzun saçları dalgalanan genç bir kadın geldi iskeleye. İki adım attıktan sonra durdu, geri döndü. İskeleden çıkıp yürüyüş yolunda birkaç adım attıktan sonra tekrar geldi. Yüzünü seçemiyordum. Üzerinde kot pantolon, beyaz tişört ve mavi bir ceket vardı. Ayakkabıları beyazdı. Birkaç kısa adımla iskelenin ucuna geldi, ayak ucundan sonsuzluğa uzanan denize baktı. Sonra sırt çantasını çıkartıp iskelenin ucuna oturdu. İki koluyla destek alarak oturuyordu. Uzun süre genç kadını izledim. Bir süre sonra çantasından bir defter çıkartıp bir şeyler yazdı. Sonra defteri geri çantaya koydu.   Ayaklarını iskele üzerinde birleştirdi ve başını dizlerine yasladı. Bir derdi vardı. Yanına gidip ona “Haydi, derdini bana anlat!” demek istedim. Gözümü ondan ayıramıyordum. Varlığını bile unuttuğum kahvem soğumuştu. Biraz nefes almaya gelmiştir diye düşündüm. Bir şey üzmüştür onu ya da birisi. O da en iyi çözümü bulup derdini, üzüntüsünü denize bırakmak istemiştir. Ben olsam, ben de böyle yapardım dedim kendime, başımla da onayladım bu düşüncemi. Çantasından bir su şişesi çıkartıp birkaç yudum su içti. Sonra şişedeki suyu denize döktü. Bir yakınını kaybetmiş olabileceği fikri yerleşti aklıma. Üzüldüm, bir süre sonra yakınını kaybetmiş olsa burada ne işi var diye sordum kendime. Ancak bu fikrin anlamsız olduğuna karar verdim. Yanına gitsem belki iskeleden uzaklaşırdı. Rahatsızlık vereceğim hissiyle bu düşüncemi eyleme dönüştürmekten vazgeçtim. Hiç doğmamış olmayı istemiş midir acaba? Belki de öyle bir ayrılık yaşamıştır ki iliklerine kadar vazgeçmek istemiştir yaşamaktan. Yok yok, bunu bir insana hiç yakıştıramam doğrusu. Bu genç kadının ne sıkıntısı var? Hayatta çözülemeyecek nasıl bir soru (n) var ki?...

Sol eliyle yüzüne düşen saçlarını başının üzerine doğru bıraktı ve tekrar dizlerinin üzerine koydu başını. Biraz sallandı, elleri ve ayakları için bir türlü düzen tutturamamıştı.

Belki de şimdiye kadar öyle çok şey anlatmıştı ve hiç anlaşılmamıştı ki, onun yorgunluğundan kurtulmaya gelmişti bu iskeleye. Diğer insanların dikkatini çekmiyordu genç kadın. Ayağa kalktı, “ Oh!  Galiba dönüyor evine” dedim ama durum hiç öyle değildi. Ayakkabılarını çıkardı ve aniden suya atladı. Doğru muydu gördüklerim? Ellerimle gözlerimi ovuşturdum, genç kadın kıyafetleriyle atladığı suda kulaç atıyordu. Hemen iskeleye koştum ama ben gelene kadar uzaklaşmıştı bile.

“Hey! Ne yapıyorsun?” diye bağırdım iki elimle ağzımın kenarını kapatarak. El salladım, geri döndü ve bana el salladı. Sonra birkaç kulaç daha atıp gözden kayboldu. Hemen küçük limana doğru koşmaya başladım. Kadının ayakkabıları ve çantası elimdeydi. Teknesinde oturan bir adama durumu özetledim. Hemen açıldık. Kadının eşyalarını öyle sıkı tutuyordum ki, döneceğinden emindim. Bakabileceğimiz her yere baktık, kaptan “ yapacak bir şey yok, dönüyorum” dediğinde oturdum ve çaresizlikten ağlamaya başladım. Kıyıya geldiğimizde ayaklarımı hissetmiyordum. Bunu kendine neden yaptı ve bunun gibi milyonlarca soru aklımı kurcalıyordu. İskeleye geldim, oturdum. Uzun zaman sonra elimde tuttuğum ayakkabıyı kenara bıraktım. Çantasını açıp bir kimlik bulacak ve gerekli yerlere durumu bildirecektim. Defterini çıkardım, yanıma bıraktım. Hafif bir ilkbahar rüzgarı esiyordu. Sayfalar açıldı. Gözüm bir sayfaya ilişti. Defteri tekrar aldım:

“ Bütün yaralarım aşktan.”  yazıyordu. Sayfanın geri kalanı boştu. Birkaç sayfa daha çevirdikten sonra şu yazıyla karşılaştım:

“ Bu defteri bulmuşsan ve bu satırları okuyorsan bir süredir gerçekleştirmek istediğim şeyi başarmışım demektir. İsmim, Gökçe.. Hiç kolay bir hayatım olmadı. Kendimi bildim bileli demeyi isterdim ama kendimi bilemediğim, keşfedemediğim bir hayatın zorlu yollarında yürümüş bir çocuk olarak hayata kırgınım. Ne çok isterdim, yetişkinliğimi güzel çocukluk anılarıyla avutmayı…

 Ben, aşkla eskitilene kadar güzel bir insandım. Ne zaman başka bir insanın kelimelerine inandım, o günden sonra bambaşka biri oldum. Havayı, gökyüzünü, renkleri, kuşları, insanları seviyordum. Hiçbir özellik ayırt etmeden. Sonra bir gün, “ O “ yorulduğundan bahsetti. Önce anlamadım, ben; şarkılarla, renklerle , gülümsemelerle dolu anları yaşarken ve yaşatırken birini nasıl yormuş olabiliyordum? Sorularıma cevap bulabileceğim bir akıl, ses yoktu karşımda. Öylece kalakalmıştım. İnsan, bir hayali yaşamanın mutluluğundan kendini nasıl geri çekebiliyordu? Bunu hiçbir zaman anlayamayacağım. Günlerce düşündüm. Sorduğum soruların cevabı bende yoktu. Askıda bırakabileceğim bir duyguyu da yaşamamıştım. Bazı insanlar için aşk ne kadar basitti…

Bir deniz kenarında karar verdim, denize varmaya. Bir balık olsam dedim, insan olmanın yüklerinden kurtulabilir miydim?

Şimdi sen, hiç tanımadığın birinin derdini okurken aşk hakkında ne düşünüyorsun, bunu bilmeyi çok isterdim. Benimle ilgili bir şey kalacaksa bu hayata ya da beni anlatacaksan lütfen hikayeye şöyle başla:

 

“ Bütün yaraları, aşktandı…”

 

Serap Şahin

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...