Yaşadığımız doğanın mucize işleyişinde her şey birbirinin tamamlayıcısıdır aslında. Karşıt olacak ya da birini diğerinden ayrıştıracak herhangi bir şey yoktur, ancak birbiri ile bütünleşmedir söz konusu olan. Birbirini varlığı ile tamamlayan, biri olmadan diğerinin varlığından da söz edemediğimiz kavramlardır. İnandığımız, gördüğümüz gerçek her neyse onun varlığını ortaya koyabilmesi için vardır karşıtlık, zıtlık dediğimiz tamamlayıcılar. Hayatımızda her şeyin anlamı zihnimizdeki bakış açımızla, bize ait sandığımız, inandırıldığımız, inanmayı seçtiğimiz görüşlerimizle belirleniyor aslında.
"Dualite" ikililik kavramıdır. Karşıtlık dediğimiz her şey bu iki kavramdan birinin yokluğu ile doğru orantılı olur. Biri yoksa diğerinden de söz edilemez.
Biraz üzerine düşünüldüğünde de aslında teklik sadece yaratıcıya adledilen bir kabuldür, onun dışındaki her şeyin ikililikle var olabildiği söylenir. Her insanın var olması için öncesinde ve sonrasında da bir diğerine olan ihtiyacı gibi, çiçeğin toprağa ve suya olan ihtiyacı gibi düşünülebilir.
Bu sebeple de görüyoruz ki zıtlık; insan zihninin yarattığı bir şeydir. İnsanın bir şeyi sevip, kabul edip, onun bütünü olanı karşıtı olarak görüp, ötekileştirmesi, bir taraf olma ihtiyacındadır ve her ikisini aynı anda sevemez olduğuna inanır. Yani biri aynı anda hem iyi hem kötü olamazmış gibi, sadece kötü tarafını görüp, onun iyi yönlerini yok saymak ister gibi düşünebiliriz mesela. Ya da hayatımızda bir mutsuzluk varsa aynı anda başka birşeye de mutlu olamayacağımızı düşünürüz genelde. Oysa her şey bağlamında değerlendirilmeli ve aynı zamanda da biri olmadan diğerinin anlamının da olmadığını fark etmeliyiz.
Zıtlık dediğimiz şey bütünlük, tamamlayıcılıkdır aslında. Aydınlık-karanlık gibi, güzel-çirkin, temiz-kirli gibi, iyi-kötü, acı-tatlı, zor-kolay gibi birbirini var eden kavramlar bunlar. Biri olmadan diğerinin varlığından bahsedemeyiz.
Dolayısıyla insan var olan her şeyi ancak başka bir kavramla ilişkilendirerek ifade edebilir. Günlük yaşamda her kavram onun öncesi ya da sonrası şeklinde anlam bulabilir. Bu sebeple dualite yani ikililik bir sorun olamaz, ancak bir zorunluluktur. Bir bardaktan söz ediyorsak içine bir sıvı koymadan tek başına anlamı yoktur, bir battaniyeden söz edersek, örtecek bir şeyin de olması gerekir. Bir bebekten söz ediyorsak, öncesinde onu var eden bir anneden, sonra geleceğinde de onu yine tamamlayacak kendi üretimlerini düşünebilriz. Geceden söz ediyorsak, karanlık gökyüzü aydınlanınca gündüzü görmezden gelebilir miyiz?
Görüldüğü gibi şimdi bu zıtlık mı, karşıtlık mıdır, yoksa tamamlayıcılık, bütünlük müdür? Belki de sadece 180 derece birbirinin karşısında durarak, belki de bazen aynı anda bir araya da gelmeden ama birlikte 360 dereceyi inşa eder.
Bu bakış açısı ile düşününce her şeyin bir var olma sebebi olduğunu daha kolaylıkla kabul edebiliyor insan. Karanlık yürekli insanlar olmasa aydınlık yürekleri nasıl anlardık. Açlığı tatmadan tokluğa şükredebilir miydik? Kötü diye nitelendirdiğimiz bir takım insanlar denk gelmese hayatlarımıza, biz nasıl iyi bir insan olabileceğimizin yolunu bulabilir miydik? Her şeyin bize bir öğretisi, bir yönüyle kim olacağımızı belirlemeye etkisi olduğunu fark edelim diye varlar.
Sadece, bize öğretilenlerle, bize uymayan her şeye ‘kötü’ diyerek onu ötekileştirmek ve ona dair sürekli şikâyet etmek, eleştirmek yerine iyileri de görerek, ‘iyiliği’ nasıl gösterebiliriz diye yaşamımızda ona odaklı olabilirsek, sorumluluğu da önce kendimize çevirirsek, ben iyilik için ne yapıyorum diye sorarsak inanıyorum düzen değişecek, öteki demeyeceğiz ve her şeyden öğrenen olacağız, tek bildiğim bu! Nasıl bir insan olmayacağımızı da, nasıl biri olmak istediğimizi de çevremizdeki insanlara, doğadaki düzene bakarak, onların bize ilham olabileceğinin farkındalığı ile ama son seçimi kendi irademizle yaparak biz belirleyeceğiz.
Düşünsenize; tüm gün TV’de, haberlerde, sosyal medyada; kötülükler, öfkeli, birbirine zarar veren insanların varlığı, şiddet, bizim 5 duyumuza sürekli dayatılıyor, yüreklerimiz kirletiliyor, güven duygumuz yok oluyor, endişe ve korku ile doluyoruz ve sürekli bunlara maruz kalma iznini onlara biz veriyoruz. Evet belki hepsi var, hepsi gerçek de olabilir, yok saymıyoruz ama;
Bu umutlarımızı yıkan, içimizdeki öfkeyi büyüten köpürten, bizi kendimize düşman eden dramatik olayları yaşanmamış sayalım demek değildir elbette ama sadece izleyip, dinleyip, etrafımıza da konuşmalarımızla yayarak çoğaltmaktan başka şeyler de yapabiliriz, hatta çareler de bulmaya niyet edebiliriz. Bunlar neden var ve bunun bütünseli, dualitesi ne olabilir diyerek, kızıp vah vahlanmak, şikayet etmek, öfkelenmek yerine bunun yerine ne koyabilirim acaba diye sorgulama yapabiliriz. Sonra da iyilik hikayelerini, yardımlaşmayı, içimizi ferahlatan haberleri, görüntüleri paylaşıp çoğaltabilir, büyütebiliriz. Yaşamda güzel şeyler de oluyor, iyi insanlar da var bu dünyada diyebiliriz.
“Biz odağımızı hep iyiliğe,
iyi hissettiren şeylere çevirelim.“
İnsanlara, canlılara zarar veren şeyleri yaymaya, büyütmeye elçilik etmeyelim elbette ama yok da saymayalım. Çünkü kötü dediğimiz tüm olanlar bizi düşündürmek ve karşılığında harekete geçirmek, bireysel duruşumuzu her daim hakkaniyetten yana göstermemiz için ve önce kendimizi sonra dünyamızı, yaşadığımız çevreden başlayarak dönüştürmek için oluyor.
Çünkü insan fark edebilirse ve her gün bir kişi bile dönüşebilirse, kendiyle beraber çevresine de ilham olur ve sonrasında tüm dünyasını da dönüştürebilecek kadar da etkili ve güçlü bir canlıdır!
Nasıl mı?
Sorgulayarak, merak ederek, imece yaparak, paylaşarak, yardımlaşarak, dayanışarak, cesurca harekete geçerek, rahatsız olduklarına dair bir duruş göstererek… Ve tüm bunların hepsini deneyerek bu deney alanında… Bu coğrafyanın, kültürün en iyi bildiği şeyler değil mi tüm bunlar?
Madem zıtlık yoksa, bizim de olanı biteni yani bu bütünsellik kavramını tam anlamaya çalışmamız gerek. Örneğin kötülük denen kavramın kendi işini gerçekleştirmesi gerekiyor ki, onun karşısında iyiliğe ihtiyaç duymamızı sağlasın. Biri olmadan ötekinin varlığını ya da ona olan ihtiyacı sorgulayamayız ki, sonucunda bir şeye zihnimiz kötü diyorsa, hemen düşünme alışkanlığımızı dönüştürelim ve acaba bunun bütünseli nedir, yerine neyi koyabilirim diyebilelim. Fark edebilirsek, hiç bir şey ya da hiç bir kimse sebepsiz gelmiyor karşımıza; nasıl olsa her birimize rahatsız olduğumuzun üzerine düşünebilme, onu değiştirebilme gücü de iradesi de verilmiş. İyi-kötü yorumunda bulunmak yerine, ben ne istiyorum, ne olursa kendim ve bütünün hayrına olur diyebilmeyi biraz pratik edelim.
Karanlık yanlarımızı da dışlamadan, bastırmadan onlarla yüzleşelim, onlar bizim kılavuzumuz, o yönlerimizi de kucaklayıp, şefkatle aydınlığa çekmeye çalışalım. Onları yok sayarak yok edemeyiz, daha derin karanlıklara iterek, şefkatsiz bırakarak sadece daha da güçlendirmiş oluruz. Çünkü o zaman fırsatı bulduğu anda şiddeti daha da yüksek bir enerjiyle, hızla yüzeye çıkacaktır ve vereceği zararın etkisi de daha büyük olacaktır. Her haliyle zıtlık diye düşündüğümüz karanlık yanlarımızı da kucaklamak, kabul etmek ama sonra da terbiye etmek, dönüştürmek gerek.
Biz sadece kötülüklerin fısıltılarını duymak yerine daha çok iyiliklerin çığlıkları olmayı seçelim ve bizi karanlığa çekmek isteyenlerin de paydaşı, ortağı olmayalım.
Her daim yarıştığımız, rekabet ettiğimiz şeyler iyiliğin hikâyelerini yazmaya, paylaşmaya dair olsun.
Sağlıcakla
Aynur Görmüş