Soru

 

 

 

Büyük bir yolculuğa hazırlanıyordum, herhangi bir mayıs sabahı. Kulağımda son zamanlarda dinlediğim o şarkıyla, şarkının anlattığı derin bir yoklukla.. Yaşadıklarımı bir kenara bırakarak, yenilenme umuduyla ve bir soruyla beraber hayat yolculuğuna çıkıyordum. Bitiş noktasını bilmediğim bu yolculukta; ağaçlar, çiçekler, güneşli, yağmurlu yollar geçip tanıdığım yüzlere varacaktım. Hayatım boyunca da sorular peşinde koşan biri olmuştum zaten. Yanımda konuşulan konularda, sessizliklerde, gürültülerde de hep bir soruyla yer almıştım. Bazen yaşamadığım ama şahit olduğum davranışlarla ilgili  bazen de derinden yara aldığım ve aynı yara izlerine rastladığım konularda sorular soruyordum. Bazı cevapları aklımın en işlek yerine kaydedip bazı cevapları ise eşit saydığım cevapların ardına ekliyordum.

Belki de en büyük amacım; “ kendimi bulmak” tı…

Tanıdık yüzlerde, hiç açığa çıkmamış hikayelerde dolaşacaktım…

Şehirler geçtim, saatler koşuştu gün içinde. Denize çıkan sokakların olduğu şehirde ahşap bir kapının önünde duruyordum. Hissetmiş olacak ki çok beklemeden kapı açıldı. Birkaç saniye dünyanın duruşuna tanık olduk. Evet, bunu gördük. Sonra sıkı sıkı sarıldık birbirimize. Kadim bir şehrin bilinmeyen bir yangınıydı hayatı. Mutluluğu, hüznü, çaresizliği birbir peşine yaşadığı şehirde solgun bir akşam üstü bizi kavuşturan zamanın güzelliğine iki kadeh kaldırdık. En sevdiğimiz yazarların  ruhuna cümleler gönderdik. Sonra birden onca saat taşıdığım soruyu sordum:

“ Kendini neden tükenmiş hissediyorsun? “

Önce bir gülümseme belirdi yüzünde, sonra kaşları çatıldı.. Bir soru, birçok duyguyu getirdi bıraktı yüzüne. Sessizlikten sonra;

“ Kendinden çok başkalarının düşüncelerine önem vermekten, anlaşılmıyor hissetmekten.”  (1) dedi.

Bu cümle üzerine konuştuk, gündüz gece geçti. Biz’i konuştuk; büyüyüşümüzü,  büyürken unuttuklarımızı, yitirdiklerimizi, güldüklerimizi…

Başka kapılar çalacaktım, verdiği cevabı da yoluma, yolculuğuma katıp ayrıldım yanından.

Aynı şehrin bir başka evinin kapısında duruyordum. Zile bastım. Bir iki adım geriye çekilip bekledim. Yüzünde gülümsemeyle açtı kapıyı. “ Ben de seni bekliyordum.” Dedi.  Şehrin sakin, gürültüden, kalabalıktan uzak yerlerini keşfetmiş olması ikimiz için de güzeldi.

Biraz sohbet ettikten sonra sorumu sordum. Elini çenesine götürdü, dizlerinin üzerine koyduğu dirseğinden destek alarak oturdu bir süre. Sonra;

“ Tükenmek bitmek mi yoksa insanın yeniden başlangıcı mıdır? “ (2) diyerek soruma karşılık bir soru tutturdu. Hayatın onu ne kadar yorduğunu konuştuk. İnsanlara güvenip öğrenmek zorunda kaldığı davranışları da.

Yeni bir cevap, bilindik bir kapı için tekrar yola çıktım. Şehirden çıkmak için erkendi. Birkaç ev, birkaç hayat daha görmeliydim..

Kapı açıldığında büyük bir şaşkınlıkla karşıladı beni. Gelişimi beklemediği bir andı, sürprizleri seven biriydim, sevdiğim insanlara ulaşma çabam hayatın akışı için harcadığım çabadan daha kuvvetliydi.

Biz; iki ayrı bedenin taşıdığı tek ruhtuk onunla. Hiç konuşmadan binlerce kelime söyleyebilirdik birbirimize. Ayrı şehirlerde yaşasak da dinlediğimiz bir türkü, rastladığımız bir şiir, vazgeçemediğimiz bir şarkı saniyeler içinde buluştururdu bizi. En büyük tutkumuzla -kahvemizle- derin bir konuşmanın içinde bulduk kendimizi. Zaman aktı. Ben, getirdiğim sorumu sordum.

“ Çok anlayışsız, vefasız insanlar yordu beni ve gereksiz fedakarlıklar..” (3) dedi. Gözlerimizde biriken yaşlar akmadan gülümsedik. Sımsıkı bir sarılma bıraktık birbirimize…

Bir ses, bir kapının önünde durur beni beklerdi. O sesi neye katsan devleşir, hayatın en renkli yerine gelir yerleşir ve insanı mutlu ederdi. İşte şimdi o sesin kapısındaydım. Öyle tanıdık bir kapı ki, evim sayabilirdim durduğum yeri.

Notalar biriktirdiği hayatının tam ortasından başlamıştım onu anlamaya. Hüznümün de, derdimin de ortağı olmuştu çoğu zaman. Bir dinlersem bin söylerdi. Sorduğum soruyu fazla düşünmeden yanıtladı:

“ Bahardan.” (4) dedi.

Eminim, gelen baharı güzelliğe çevirecekti..

Rotamı bambaşka bir şehre çevirip ilerlemeye karar verdim. Yolun sonunda şiire varmanın mutluluğunu yaşayacaktım. Çünkü o hangi şehire gitse orada kelimeler çiçek açardı. Begonvilin renginin, güzelliğinin yansıdığı şiirlerini size satır satır okumak isterdim. Bütün beyefendiliğiyle karşıladı beni. Gününe, yemeğine, yüz yüze gelmediğimiz zamanın acımasızlığını silercesine zamanına ortak etti. Sorduğum soru karşısında ince bir gülümsemenin ardından;

“ Özbenliğine uyumlanamadığın durumların iç sesidir tükenmişlik hissi. O sesi dinleyip demlenip kendine yakınlaştıkça uzaklaşır senden.” (5) dedi.

O konuştukça durup dinlemeliydi insan. Cümleleri önce göğe, sonra olanca maviliği kendine katıp aklımıza, yüreğimize düşüyordu. Yanından her ayrıldığımda payıma düşen şiiri de götürüyordum.

Sonra çocukluğum düştü aklıma. Ne zaman anılarımda dolaşsam en çok gülümsediğim, sevgi dolu hissettiğim yerde rastlıyordum ona. Kapısını çaldığımda sımsıkı sarılacağımızı, bir süre gözlerimizin içine parlaya parlaya bakacağımızı bilerek. Kapıyı çaldım, açmasıyla kendimizi kahkahalarımızın arasında bulmamız bir oldu, aradan geçen zaman yokmuş gibi hep o çocuk kalbimizle anılara daldık. Bir iki yerde gözlerimiz doldu. Derin bir sessizliği soruyla böldüm. Gözleri dolu dolu cevapladı:

“ Herkesin arkasını toplayıp derdine derman olmaya çalışmaktan.” (6) dedi. Yılların yorgunluğu yerleşti yüzüne. Gülümsedim ve sadece sarıldım. Yanındayım; her hüznünü paylaşma, yalnız değilsin deme, hayatının eksik yanlarına da desteğim sarılmasıydı bu. Benden ona, ondan bana geçen bütün güzelliklerle tamam oluyorduk işte. Vedamız da kolay olmadı..

Biliyor musunuz, kendime güvenmediğim bir dönemin boş sokaklarında yürürken beni kalabalıkların arasında aydınlatan aklına rastladığımda kendimi bu kadar iyi ifade edebileceğime inanmıyordum. Hem gerçekçi, hem yara saran bir yapısı vardı. Duymak istemeyeceğim şeyleri duymak için yanındaydım çoğu zaman. Toz pembe dünyamdan çıkartacak ve olanı olduğu gibi anlatacak birine ihtiyaç duyuyordum ve bu kesinlikle oydu.

Kelimeler buluşturmuştu bizi, bırakacakları bir hayatta değildi yaşadığımız. Oturduk, yaşadığımız ülkenin sorunlarını konuşmaya başladık. Kelimeler birbirini kovalıyor, hiçbir ilişiği olmayan konular birbirleriyle tanış oluyordu. Biz, ömrümüzün sonuna kadar oturup konuşabilirdik. Ona da sordum taşıdığım soruyu.

“ Çünkü bence gerçeklikten kopmuş durumdayız ve bunun farkındalığını yaşıyoruz.” (7)

Söylediği her şeyi haklı bulup kendimi de haklı çıkardığım konuları paylaşıyordum. Hem gülüyorduk, hem de iç çekiyorduk zamana. Bizi buluşturan kelimelerin büyüsüne inandığımızı bir kez daha ispatlayarak ayrılıyordum yanından.

Hani bazı insanların gülümsemesinin başka var edildiğine inanırız ya, işte tam olarak öyle bir insanın kapısında duruyordum. Ruhuna yüklenen anlam, aklı, yüreği farklıydı. Binlerce kelime arasında rastlamıştım renklerine. Bir insan bambaşka güzellikte sevilecekse eğer bu, o olmalıydı. Dünyayı sığdırdığı gülümsemesiyle karşıladı beni. Uzun zaman olmuştu onu görmeyeli. Hem soruları severdi hem de cevap vermeyi. Renk terbiyecisi denilebilirdi onun için. Soruma;

“ İnsan olup da kendi hayatında veya dünyada, doğada, kendinin dışında da acıları görüp anlamaya çalıştıkça insan kalmayı öğrenebilmenin yolculuğunda tükenmiş ya da en azından çaresiz hissettiğin anlar olmaz mı hiç?

Ama geçmiş deneyimlerden sadece öğrenip, kendi etki alanımızın da şimdinin gücünden olduğunun farkındalığına varabilirsek elalemin ne dediğinden çok özümüzle konuşabilir, o ne istiyor sorgulayabilirsek sonucunda da zihnin yerine biraz kalbi dinleyebilirsek ve sezgilerimizi biraz duymaya açık bir kalple yaşayabilirsek kendi irademizle seçimlerimizi yaparak bu çaresizliklerin sonunda yapabileceklerimizin sınırsız olasılıklarıyla karşılaşabilir oluyor ve güçlenerek çıkıyoruz her zor zamanın içinden.” (8) diyerek cevap verdi. Her söylediğinin içinde yeni bir soru, anlam, farkındalık bulabilirdi insan. Ben onun  gücünü hep ay ışığından aldığına inanırdım. Ve sanki bin yıllık bir ruhu taşıyan genç bir kadının güçlülüğü olarak görürdüm hayatını.

Onun yanından ayrılıp okyanuslar geçiyordum.Kapısını çalacağım kişinin gittiği gerçek bir yolculuktu. Kimi zaman yüreğini kimi zaman da aklını kıyıdaki sevdiklerinde bırakır yanına kitaplarını ve kendisini katıp giderdi. Şiirler buluşturuyordu bizi, o yokken bir tutam aydınlığımızı da yitirmemek için şiirlerine sarılıyorduk. Öyle bir günde çaldım kapısını. Yüzü, gözü şiir doluydu. Gülümsediğinde ‘ ay ışığı ‘ aydınlatıyordu gözlerimizi.  Oturduk, okyanusa karşı bütün anılarımızı konuşup güldük, ağladık, sustuk, şarkı bile söyledik. Hemen peşine sorumu sordum:

“ Kendini tükenmiş hissetmek, yenilenmeye başlamanın kaçınılmaz ilk adımıdır. Güneş batar her gün, gün tükenir, ayın saltanatı başlar. Ayın vakti tükenir güneşin hükmü başlar. İnsan da tükenir elbet. Her şey bitti dediğin anda , bir gül kök salar damarlarında  her şey biter, bir şey bitmez. “ (9) dedi.

Payıma sessizlik düştü..

Kendi halinde yaşayan insanlar tanıyordum. Sakinliğine imrenerek baktığım, yaşanabilecek çoğu şeyi akıl süzgecinde süzdükten sonra eyleme geçiren, zeki ve eğlenceli. Onlardan birinin kapısındaydım. Güleryüzlü oluşu birçok soru işaretini yok ediyordu. Gülüştüklerimizi tutsak güne zor yetişirdik. Soruma;

“ Mutluluğu kovalamaktan.” (10)  diye cevap verdi. Göz göze geldik, birbirimizi türlü sessizlik içinde en iyi anladık..

Tanıdığım onlarca yüz bir araya gelse onun yüzünü hemen ayırt ederdim. Kitaplar dolusu cümleler biriktirmişti. Bir araya geldiğimizde yazarları, eserlerini konuşmak ve onların arasında yer almayı istememiz bizi buluşturan hayalimizdi. Bazen kaybolur sonra yine kaldığımız yerden devam edebilirdik hayata. Bir zaman tükendiğine tanık olmuştum, onun öncesinde ise parladığına. Yüzündeki gülümseme hiç eskimiyordu. Sorumu;

“ Tükenmez denen kalemler bile tükenirken, biz kim oluyoruz ki!” (11) diyerek cevapladı. Bizim kim olduğumuz sorusu epey derin bir soruydu…

Ayrıldım yanından. Yarı uyanık uykular geçtim, tan yerlerine vardım. Sonra o heybetli güneşin aydınlığında yine, yeniden bir kapı çaldım. Çok uzun dostluk değildi bizdeki ama sorsanız bir dakika sohbetimize birkaç yıl sığabilirdi. O yüzden bir çağ gibi yaşanan zamanımızın doğru kapılarından birinde duruyordum. Kapıdan içeri girmem istendiğinde tanıdık bir eşik geçmiştim, evime benzeyen bir ev, tüm sıcaklığıyla. Birbirinden bağımsız konular binbir türlü konuşmalara sebep oldu. Mutluluğa dönüştü sonra. İnce bir sessizliğin ardından o soruyu sordum:

“ Hayatta hep bir şeylere yetişmeye çalışıp hep bir şeyleri kaçırıyormuş gibi hissetmekten..” (12) dedi. Bu cevap, çoğumuza benziyordu..

İnsanın emeğinin eseri olan tarlalar geçiyordum bir kapıdan diğerine giderken. Mısır, pamuk… verimliliğiyle çoğumuza can katacak sebze, meyvelerle dolu bahçeler de.. Bir ağacın gövdesine yaslanmış, dinleniyordu. Bir çift göz kaç şehri taşıyabilirse o kadar şehir geziyordum gözlerine bakarken. Onun cevabını almadan soru serüvenim sonlanmazdı. Biraz sohbet ettikten sonra, soruma ;

“ İş olmadığı dönemlerde bir miktar tükenmişlik hissi oluyor.” (13) cevabını verdi. İsminin karşılığına çalışkanlığın denk düşmesi tesadüf olamazdı.

Bir başka bahçenin kapısından girdim içeri. Bu kez hemen ayağımın dibinde biten güllerin kokusu büyüledi beni. Evin kapısına kadar giden taşlı yolun iki kenarında rengarenk çiçekler ekiliydi. Biraz ilerledikten sonra bir çalının dallarını budarken rastladım ona. Gülümsedi, şapkasını çıkartıp ‘ Hoş geldin’ dedi. Hoş bulmuştum, kapısında başlayan ev sıcaklığı her yeri sarmıştı. Geçmiş, şimdi ve gelecek… Kelimeler gülüşmeleri, gülüşmeler sessizlikleri kovaladı. Soruma;

“ Görmek istememe rağmen göremediklerimden ötürü..” (14) diye cevap verdi.

Bazı insanlar, hayatına renk kattığı insanlara mucizeydi…

Dönüp dolaşıp semtime gelmiştim. Bunca tanıdığım insanın hayatıma gelişi  tesadüf olmadığı gibi hepsi yerli yerinde anlamına kavuşmuştu.

Büyükçe bir kapı açıldı. İlkbaharın bütün umudu, keyif veren havası yerleşti ciğerlerime. Onu tanıdığım günden beri hayat hep gülümseme yönüne akıyordu. Gözlerimizden yaş gelene kadar güldüğümüz, gözlerimizden acıdan yaş geldiği anılarımız vardı. Yeryüzünde daha önce rastlamadığım ve görür görmez kendime kardeş seçtiğim bu yüreği, göz bebeklerimde gezdiriyordum. Sıkı sıkı sarıldık, sonra gülmekten karnımıza ağrılar giren birkaç anımızı hatırlayıp yine aynı duygularla güldük. Sorumu sordum ve;

“ En yakın arkadaşımla görüşme sürem uzayınca.” (15)  Diye yanıtladı. Ona baktıkça kendimi çok şanslı ve yeniden doğmuş gibi hissediyordum…

İyi niyetimizi suistimal etmeyecek insanlarla çevrili bir nefeslik yer ararken denk gelmişti yolumuz. Karşılıklı güvenmenin, sevmenin , sevilmenin en güzel yanlarını keşfediyorduk birlikte. Bize nefes tazelemek denilebilirdi. Her geçen gün bağlarımızı güçlendirecek durumla karşılaşıp o durumun içinden de eğlenilecek sebepler çıkartıyorduk. İçimizdeki kırık parçaları tutan , tamamlayan ruhlardık.

Yan yana oturmuş sitemli bir cümlenin orta yerinde sormuştum sorumu.

“ Hayata karşı çabalarken üzerime eklenen fazla stres ve yüklerden.”  (16) dedi.

Göz göze geldik. Gülümsedik ve sarıldık. Bir sarılmanın neden olduğu o mutluluğu tarif edecek bir dil bilmiyorum…

 

 

 

Bir yolcuğun bana öğrettikleri: Hepimizin soruları var ve cevapları birbirimizde saklı. Aramak, bulmak, bulunca kaybetmemek için bir ses gerekiyor hepimize, bir selam versek sanki her yer çiçeklenecekmiş gibi. Bir gülümsemeyle, ‘ yanındayım’ demekle her şey ama her şey düzelecek. Bu yüzden birbirimizin hayatında iyi ki varız…

1-Vera ŞAHİN

2-Uğur İKİSİVRİ

3-Hilal ŞAHİN

4-Sitar Sertaç ŞANLI

5-Orçun OĞLAKCIOĞLU

6-Cemile BAŞARIR

7-Abdo UÇUCU

8-Aynur GÖRMÜŞ

9-Burak KETENCİ

10-Aslıhan BİLEN

11-Volkan ÖZALTIN

12-Gökay ÖREN

13-Armağan AYSAL

14-Keramettin BİLGEHAN

15-Serpil ÇEVİK

16-İnci SOYSAL

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...