Bir Sait Faik Öyküsüne Tutunmak

 

 

Güne Sait Faik öyküsüyle başlamak…

Birdenbire kendini Burgaz’da bulmak 1950’lerin yeşiline, mavisine, insan seslerine, öykü kahramanlarına ulaştırıyor beni. Sanki o yılları yaşamış, bilirmiş de şimdi özlüyormuşum gibi 1950’lerin sadeliğine, masumiyetine kavuşuyorum. “Son Kuşlar” öyküsünün hüznü kalbime çöküyor, sanki o esmer lekeleri gökyüzünde seyreden benmişim gibi.

Satırların arasında dolaşırken Burgazada’nın taşlı, tozlu yollarında soğuk bir sonbahar gününü yaşıyorum. İstanbul’un soluk çehresinin o boğucu, gözünün fenerini söndüren karmaşasını geride bırakıyor; yeniden “insansız hiçbir şeyin güzelliği yok, her şey onun sayesinde güzel” inancına kapılıyorum. Dedim ya bir çay içimi molasında bu kısacık arada benim de kendime ait bir dünyam olduğunu kendime hatırlatıyorum.

“Son Kuşlar…” İlk basımının 1952’de yapıldığı kitaba adını veren incelikli bir Sait Faik Abasıyanık öyküsü. Üzerinden yarım asır da geçse doğrunun eğriyle aynı şiddette çarpışmasına tanık olduğumuz o hüzünlü öykü. Ne diyor Sait Faik öyküsünde: “ Kedi sustu, köpeğim gözünü kapadı. Karga sesleri geliyor şimdilerde. Vaktiyle bu adaya bu zamanda kuşlar uğrardı. Cıvıl cıvıl öterlerdi. Küme küme bir ağaçtan ötekine konarlardı.  İki senedir gelmiyorlar. Belki geliyorlar da ben farkına varmıyorum.” ve ardından anlatmaya devam ediyor yazarımız bir kötücül his dolduruyor havayı. Kuşların peşine düşen, vahşi bir merakın ve eğlencenin normalliğini yaşayan kuş avcılarından bahsediyor: “ Hele bir tanesi vardı bir tanesi. Bir damlacık etlerini pilava katmak için nasıl bir canavara dönüştüğünü insan evladının…” İnsan kötülüğünü bu denli boyasız, duru anlatması sarsıcıdır. O birkaç satırda kanınız donuyor. Öyküde öyle halim salim gözüken bir karakterin bu vahşi merakla, minicik bir kuşun etini pilava katma hevesiyle nasıl bir anda caniye dönüştüğüne tanık oluyorsunuz. O birkaç satırda sadece…

Hal böyle olunca öykü de kendi tespitini yapıyor.  “Seneler var ki kuşlar gelmiyor. Daha doğrusu ben göremiyorum.” Diyor Sait Faik. O ikiyüzelli gram et veremeyen sakaların akıbeti içini dağlıyor kahramanımızın. Kuşlara, ağaçlara, toprağa insan eli değdiğinde neler oluyor, neden birlikte huzurlu bir yaşamı beceremiyoruz, neden sınırlarımızı bilmiyor ve bu dünyanın sadece bize tahsis edildiğine inanıyoruz? Neden diğer canlılardan ayrıcalığımız olduğu kibirine kapılıyor, her değere hoyratça yaklaşıyoruz?

Öykünün son satırlarında içindeki çığlığı bastıramıyor: Bu yas duygusu ve kaygı bugün biz okuyucularının çok sık rastladığımız,  hafızalarımıza kazınan satırları döküyor kaleminden: “ Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde göç mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük, sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”

Ne değişti diye soruyor insan. O günün çocukları bugünün yaş almışları bu değişimin en canlı tanıkları olsa gerek. Bugünün yetişkinleri olarak geriye dönüp baktığımızda anlıyoruz ki aslında değişen bir şey olmamış, hatta son kuşlar bu coğrafyadan gideli çok olmuş

Başımı kaldırdım, gökyüzüne baktım, aslında yeni bir yıl başladı mutlu olman gerek değil mi, içimin umutla dolması, yeni kararların hayatıma girmesi, her yıl olduğu gibi bu yılda yeni sayfaların açılması gerekmez mi diyorum. Maalesef zorlanıyorum. Kolektif kötülüğün nelere sebep olabileceğine bu coğrafyada çekirdeğine kadar tanık olduğumuzu hatırlıyorum ve merak ediyorum: Eğer mesele enerjinin ve yaratımın yoğunluğunda şekilleniyorsa neden bu insan evladı kolektif iyiliği seçmiyor? Hoyratça hırpalanan her değerin o minicik sakaların bir damla etine göz dikme dürtüsüne eşdeğer olduğunu biliyorum. Giderek küçülen mutluluk arayışlarımız, kendi küçük dünyamızda bazen bir kitabın sayfalarına hapsoluyor, bazen bir dost sohbetine, bazen bir filmin repliğine.

Gerçek şu ki mutluluk dar alanda kısa paslaşmalara dönüşüyor. Burnumuzu bu dünyadan biraz dışarı çıkardığımızdaysa fillerin tepiştiği, çimenlerin ezildiği bir karanlığın kokusunu alıyoruz. Kuşlara sevinmek geliyor içimden ağaç değiller ve yerlerini değiştiriyorlar, peki ya biz?

.

 Ayşegül Ekşioğlu

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...