Kum Fırtınasının İçinden Geçmek

 

 

 

“Yerine göre kader dediğimiz şey, dar bir yerde sürekli yerini değiştirerek dönüp duran bir kum fırtınasına benzer.”

Haruki Murakami, Sahilde Kafka

 

Kaç kum fırtınasının içinden geçtin bugüne dek? Kaç kez kurtulmaya çalıştın yönünü değiştirerek? Murakami’nin, “O fırtına aslında sensindir,” dediği gibi kaç kez farkına vardın fırtına olduğunun? Yönünü, izini kaybettiğini zannederek kaç kum tanesi kamçısı yedi kalbin? Çok değil mi çok…

Japon Edebiyatını Kazuo Ishiguro ve Haruki Murakami ile sevdim diyebilirim. Murakami’nin, hayal gücümün sınırlarını zorlamasını, gerçeğin arka bahçesine gerçeküstünün tohumlarını ekmesini belleğime beklenmedik sarsıntılar ve duygusal sağanaklar bırakmasını seviyorum. “Kitap yazmanın iyi tarafı, uyanıkken rüya görebiliyor olmak,” dediğine göre, yazarın romanlarında birbiriyle son derece alakasız olayların ve kişilerin ustaca yapbozdaki yerini almasına şaşmamak gerek sanırım.

Daha önce de belirtmiştim bir yazarın farklı dönemlerde yazdığı kitaplarını art arda okumayı seviyorum. Bazen bir iki kitabını okur, oluşturduğu hissi zihnimde demlenmeye bırakırım. Aradan birkaç hafta/ay geçer elim yine kitaplarına gider. Yazarı tanımak, eserlerini sindirmek için kendimce geliştirdiğim bir okuma tarzı bu aslında. Murakami’nin  “Koşmasaydım Yazamazdım” kitabını yıllar önce okumuştum. Zaman içinde “İmkânsızın Şarkısı”, “Sputnik Sevgilim”, “Kadınsız Erkekler” romanlarını okudum ve hala İmkânsızın Şarkısı benim için ilk sırada gelir. Derken iki heybetli kitabını getirdi arkadaşım. “Zemberek Kuşunun Güncesi” anlattığı kadarıyla biraz gözümü korkuttu açıkçası ben de şansımı “Sahilde Kafka” dan yana kullandım.

Sahilde Kafka, ilk on sayfasında öyle bir metaforla karşıma çıktı ki yazımın başında yer verdiğim cümleyle başlayan ve birkaç paragraf devam eden kum fırtınası tanımının hafızamdan silinmesi olanaksız.

“Sonra sen, gerçekten de onun içinden geçip gideceksin. O kum fırtınasının içinden. Hem sembol, hem de fiziksel olarak görünen o kum fırtınasının.”

“Sonra o kum fırtınası bittiğinde, nasıl olup da onun içinden geçebildiğini, nasıl hayatta kalabildiğini tam olarak anlayamayacaksın. Hayır, o fırtına gerçekten bitti mi bunun bile farkına varamayacaksın. Yalnız, tek bir şeyden emin olacaksın. O fırtınanın içinden geçtikten sonra fırtınanın içine ayak attığındaki kişi olmayacaksın artık, aynı kişi olmayacaksın. Evet işte kum fırtınasının anlamı bu.”

Bir eşiği geçmek, bir tepeyi aşmak gibi yapamam dediğim, baş edemem dediğim ne çok mücadeleden öğrenerek, olgunlaşarak, deneyimleyerek çıktım kim bilir. Belki o andan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmadı, yalnız bunu görebilmek bile kendimi takdir etmeye yeterliydi kanımca. Beklenmedik anlarda içine yuvarlandığım dolambaçlar yaşadım. O kum fırtınalarına meydan okudum. Kimi zaman gözlerimi kapayarak ama yine de dimdik durarak korudum kendimi, ama bazen de ufak ya da daha sert keskin adımlarla yönümü değiştirerek buldum yolumu. Yoruldum, olduğum yere çöktüm ve kapandım ve bazen canım acısa da kollarımı açtım; şöyle söyledim hep: “Geçecek, sonsuza dek süremez ya.” Geçti, geriye dönüp bakmadım, nasıl bir an evvel kendime gelirim, ruhumu iyileştiririm diye harekete geçtim, durmak bana göre değildi. Hasar kaldı mı kaldı, en çok kalbim yaralandı ama dedim ya hiçbiri sonsuza dek sürmedi, geçti gitti.

Sahilde Kafka, bu 610 sayfalık enteresan roman benim için ömür geçse unutamayacağım bir yüzleşmeyle başladı. Kahramanlarını sevdim, olay örgüsü, aynı yazarın bir kitapta iki paralel dünyayı büyük bir ustalıkla okuruna sunması ve bunu son derece sürükleyici bir etkiyle işlemesi muazzamdı. Murakami’nin artık rahatlıkla söyleyebileceğim gibi sadık bir okuruyum ve epey geniş bir kitlenin parçası olduğumun farkındayım.

Hafızanızı zorlayın bakalım sizin kum fırtınalarınız sizi nasıl dönüştürdü. O acıyan, kanayan, sonra kabuk tutan ve sanki hiçbir şey olmamış gibi devam eden ruhunuzda, üşüyen kalbinizde, yorulan, küsen yanınızda kaç kum fırtınasının izi yadigâr kaldı. Çok değil mi çok…

 (*Mayıs benim doğum ayım. Yazımı içinden geçtiğim tüm kum fırtınalarına ithaf ediyorum. İyi ki…)

 

Ayşegül Ekşioğlu

Image

Arzu KOLOĞLU

1978 yılında Niğde’de memur bir aile...

Image

Aynur GÖRMÜŞ

“Aynur Görmüş” Kimdir? 17 Şubat...

Image

Aynur KULAK

2005 yılında Günlerden Bir Gün romanı ile ede...

Image

Ayşegül EKŞİOĞLU

İstanbul’da doğdum, Pertevn...

Image

Burak KETENCİ

1976 yılında İstanbul’da doğdu. Y...

Image

Gülhan MERİÇ

1975 yılı Düzce doğumludur. Anadolu üniver...

Image

Hasan Ünal TEKAĞAÇ

1974 yılında doğdu. Amasya Merzifonludur....

Image

İbrahim KORKMAZ

1986 yılı Bulgaristan doğumlu olan İbrahim Ko...

Image

İlkay AKIN

Almanya’da doğdum. İlköğretim 1. sınıfı...

Image

Psk. İlkim ÖZ

İlkim öz, Ankara doğumlu olup Hacettepe ünive...

Image

Mehmet DEĞİRMENCİ

1974 yılında Denizli’de doğdu. İstanbul...

Image

Orçun OĞLAKCIOĞLU

Orçun Oğlakcıoğlu 1974 yılında Denizli’...

Image

Özlem KALKAN ERENUS

1989 yılında İstanbul Lisesi'nden, 1993'te...