Her şey zamanla kendi içinde anlamını buluyor. Işık pus, neşe keder, umut umutsuzluk.
Sen, içini, ruhunu özünü yadsıdığında,
Sakinleşmeyip her şeyi kontrolün altına almaya çalıştığında,
Anlatmaya çalıştığında anlatamamana rağmen yeniden yeniden uğraştığında,
Sonu gelmez mücadelelerde herkesi sen gibi görüp her şeyi gözünde büyüttüğünde,
Takılıp kaldığında çıkamayacağını hissetmene rağmen devam ettiğinde ve bazen bunları anlamlandıracak farkındalıktan uzaklaştığında,
Büyük umutlarla bu kez farklı davranacağım diye kararlar almana rağmen daha çok dibe çekildiğinde kendinden ne kadar uzaklaştığını, zaman, umut, enerji kaybettiğini görebiliyor musun?
Gör lütfen…
Her yeni acıda, her yeni tuzakta olması gerektiği için değil, senin değerlerin, ilkelerin, hayallerin, vicdanın ne söylüyorsa kulak ardı etmeden bir adım at. Sana seslenen “seni” duymaya başladığında, gözlerine bakarken, bir öncesinde hissettiğin sıkıntıyı yaşamayacağına ikna olabilirsin.
Sadece o ilk adım.
Bir hedefi olan, bir şey başarmak isteyen, bir yola çıkan her inancın atması gereken bir adım olduğu gibi. O ilk adım hepsi bu.
Düşün, minik bir kedinin yumakla oyununu izledin mi hiç?
Zaman durur o an, başka hiçbir şey önemli değildir onun için. İlk patiyle başlar sahne… Küçük patileriyle tutmaya çalışır, çevresinde dolanır, kamburunu çıkarır, atlar, zıplar, gözlerini kocaman açarak bir sana bir ona bakar durur. Hiç bıkmaz, dakikalar geçer umursamaz çünkü dünyanın en mühim işini yapıyordur o anda.
Küçük bir çocuk diyelim peki. Şöyle üç dört yaşlarında, o kediyle karşılaştığında önce güler ağız dolusu, gözleri neşeyle parlar. Ellerini kavuşturur, anne-babasına bakar. Kollarını uzatmasıyla başlar her şey. Bir an önce o minik kediciği kucaklamak ister. Sorgusuz, korkusuz, önyargısız. Çocukların tehlikeyi fark etme özellikleri canlılara yaklaşmaları son derece samimi ve gerçektir, o anın rahatlığıyla içten sevgisini akıtır çevresine.
Hayatın değerini görebilmek, ayrıntıları fark edebilmek, yanından geçip gitmesine izin vermemek belki de o adıma bağlıdır, kim bilir. Endişeye kapılmadan, sonralardan korkmadan, bunu yapabilir misin? Hayata teslim edebilir misin kendini? Evrenin sunduklarına teşekkür ederek, (sana göre) mani olduklarına takılıp kalmadan ilerlemek ne kolay aslında bir anlayabilsek.
Görüyoruz ya zaman dediğimiz şey akış hızıyla kalıyor belleğimizde. Hızlı gerçekten, geçmiş gitmiş bir kısmı, kum saatinde kalan kısmı göremiyoruz maalesef.
Hayat mucizevi gizleri içinde saklayan küçük bir tohum…
Verdiğin değer, gösterdiğin emekle harikalar yaratır, sunar sana. Nasıl baktığına bağlı, ne kadar özendiğine, ne derece kıymetlim addettiğine göre biçimlenir. Küsmez, şaşırtıcı olan da bu aslında. Koşulsuz bağlılık, vefa vardır onda.
İnsan hata yapar. Hatalarımızda demleniriz, bir kez daha ve bir daha. Yetinmediğimizi bilir ama hazmetmiş olgun bir öğretmen edasıyla sarıp sarmalamaya devam eder. Yaraları sarar ama yine de önce bekler. Biraz acısın der, biraz aksın o irin. İltihaplı yara iyileşmez çünkü bilir ve bize de gösterir. Acı çekmemiz bundan sebeptir belki de ve anlamlandıramadığımız anlar. Nedenlerimizi, neden benlerimizi hep bu evrede sorgulamaz mıyız? İsyanlarımızı, öfkemizi bu dönemlerde göndeririz evrene. Gözyaşlarımızı tutamadığımız anlar bu anlardır.
Önsezi… Tuhaf bir paradoks, bir koruma kalkanı belki. Aklın, mantığın yer bulamadığı anlar olur yaşadıklarımızda. Görürüz- görmek istemeyiz ve ardından yaşarız öğreniriz. Er ya da geç doğruyu bulduğumuz örneklere baktığımızda işte tam da o anlarda saklandığı, itildiği, örselendiği yerden çıkmıştır önsezi. Bir huzursuzluk serper kalbe. Bir şey yapacaktım ama neydi, unuttuğum bir şey var ama bulamıyorum tedirginliğidir. Gün içinde kıpırdanır durur kalbimizi sarsar ufak ufak. Bir yapbozun parçaları gibi savrulmuştur anlara, en doğru zamanda hop bir araya getiriverir ve sen görürsün. Oh dersin buydu işte sorularımın cevabı.
İşte bu tohum ilk adım olmazsa büyüyemez, o vakit kendi mucizelerini içinde saklayan müthiş denge büyüyüp serpilirken, seni de şekillendiremez. Ona güven… Sana seslenişlerini duy, gör onu, hisset, her zamanki gibi. Şimdiki gibi.
Ve SEN eşsiz renkleriyle karşında duran, yeni bir başlangıç olduğunu bildiğin dönemlerde hiç olmadığı kadar sarıl bu duyguya. Çünkü biliyorsun ki seni hiçbir zaman yanıltmaz, hiç yarı yolda bırakmaz. Kalbinin ittiği, dışladığı, bir türlü içine sindiremediğin her durum, kişi, olay sana zarar verecek her an bu eşiği geçemez. Yeter ki fark et, eninde sonunda bu olur. Kendini teslim etmeyi öğrendikten ve büyük bir ısrarla saplanıp kalmayı bıraktıktan sonra bulutlar dağılır. Öyle güzel mavi beyaz bir gökyüzü değer ki gözlerine, “iyiyim, iyi olacağım” duygusu ve umudu yerleşir ruhuna, kalbine.
Kalbinin istemediği hiç ama hiçbir şeyi hayatına katmayacağını bir kez daha anlarsın. Sadelikle, samimiyetle, doğallıkla pekişir, çünkü hayat senindir ve o üzerine düşeni her zaman yapar.
Şimdi sıra sende…